Mücadele

Hayatın, kainatın var oluşunun temel unsurudur insan. Kainatta var olan her şey insana endekslenmiştir. İnsan, merkezidir evrende var olanların. Bu da demek oluyor ki hayatı güzelleştirmek de, kendimize veya insanlara zehretmek de bizim elimizde. Belki fert olarak değil ama toplum olarak elimizde.

Hayat bir muammadır. İnsan da bu muammanın içinde birçok şeyin mücadelesini veren belki bir karınca, belki bir dev. Ama şu bir gerçek ki bu bilinmezler yumağının içinden çıkmak, sıyrılabilmek için devamlı bir şeylerin savaşıyla meşgul. Bu savaş oyununda galip gelmekle mücadelenin bitmediği gibi mağlûp olmakla da bitmiyor. Necip Fazıl bir beytinde şöyle diyor:

Hangi dağa tırmansam muradım ötesinde,
Murad bugün yerine her günün ertesinde.

İnsan ulaşmak istediği şeyi elde ettiğinde, aslında onun uğrunda bu kadar mücadele ettiği şey olmadığını anlıyor ve başka bir cihete yöneliyor, tekrar başka bir yola koyuluyor.

Bu zincirleme olay ölüme kadar bu şekilde devam ediyor. Hayalindekilerin tamamını gerçekleştiren bir insana rastlayamazsınız çevrenizde. Çünkü hiçbir insanın hayali ve hayal gücü sınırlı değildir. Yine Necip Fazıl bu ruh halini şöyle açıklıyor:

Ölecek miyim tam da söyleyecek çağımda,
Söylenmemiş cümlenin hasreti dudağımda?

İnsan ömrü bin yıl olsaydı yine hayallerini gerçekleştirmeye yetmezdi. Firavun bile o kadar yaşadığı halde, doyumsuz arzularının, hırsının peşinde koşarken can vermedi mi?

Savaş oyununun finalinde görülebilecek ikinci ihtimal de mağlubiyettir ki; bu da insanı bir yol ayrımına getirir. Yenilginin sonucunda insanın önüne çıkan iki seçenekten biri; büsbütün hayata küsüp, toplumdan insanlardan ve sosyal yaşamdan insanın kendini soyutlamasıdır. Diğeri ise; “Her yenilgi bir zaferin anahtarıdır” diyerek, yenile yenile yenmenin öğrenileceği felsefesine inanarak daha hırslı, daha azimli ve daha akılcı bir mücadeleye başlamaktır. Daha önceki tecrübelerden ve deneyimlerden yararlanarak bir sonraki sahnede aynı hataları yapmamak, en azından hataları asgariye indirerek yola devam etmektir.

Yenilmek, aldanmak ve kaybetmek hiçbir zaman ayıp değildir. Ayıp olan aynı hataları tekrarlamaktır. Şu söz bu durumu en güzel şekilde anlatıyor olsa gerek:

Bir kere aldatılırsam aldatana, iki kere aldatılırsam bana yazıklar olsun!

Dün niçin vardır? Tabi ki yarın, dün yaptığımız hataları tekrar yapmamamız için ibret alınsın diye vardır. Aradıklarını dünde bulamayan insan mutlaka umudunu yarına bağlayacaktır. Yalnız yarından da çok şey beklemek yanlıştır. Çünkü bugün dünün yarınıdır ve dünkü beklentilerimiz bugün gerçekleşmediyse; bugünkü beklentilerimiz de yarın gerçekleşmeyebilir. Böyle bir durumda ruhen bir çöküntü içinde olan insan daha büyük ve derin uçurumlara sürüklenebilir. Nitekim Nazım Hikmet, ‘Yol Türküsü’ şiirinde şöyle diyor:

Sabah buradaysak akşam ordayız,
Günlerin peşinde bir hovardayız,
Bazı mısra gibi dudaklardayız,
Bazı ‘Kimsin’ diye soran bulunmaz.

Hiç kimse kendisi hakkında güzel şeyler söyleyen insana veya insanlara kem gözle bakmaz. Bilakis o insana karşı bir sempati duymaya başlar. Her insan güzel sözlerden, övülmekten hoşlanır. Mısra gibi dilden dile dolaşmak her insanın hayalidir. Yalnız bu ve buna benzer hayalleri kurarken biraz gerçekçi olmak ve düştüğümüz zaman yanımızda kimsenin olmayacağı ihtimalini de göze almak gerekir ki; bu tür bir olay başımıza geldiği zaman çabuk yıkılmayalım…

Ahenk - Eylül 1999

Bir Yorum Yapın

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Lütfen bütün alanları doldurun.