Değer vermek, insanın anlamlı bir o kadar da kırılgan yanıdır.
Bu; benliğimizin bir mücevher kadar narin, bir o kadar da eşsiz bir parçasını sunmaktır karşı tarafa.
Hiç hesap-kitap yapmadan, hiçbir beklentinin mevzisine konumlanmadan. En doğal, en saf halimizle.
Etten ve kemikten müteşekkil bir bedene üflenen ruhun varlığını kanıtlayan yegâne delildir değer vermek.
Birine veya bir şeye değer verdiğimizde fabrika ayarlarımızla gelen bencilliğimizin üzerine bir cömertlik örtüsü çekmiş de oluruz. Şeklen olduğumuz kadar ruhen de insanlaşırız böylece.
Saygıya giden yolları, sevgiyle örülen ağları, aşka uzanan elleri daha görünür, daha dokunulur, daha anlaşılır kılar. Kısaca; dönüştürür bizi, sınırlarımızın ötesine taşır.
Değer vermek, bizi savunmasız da kılar aynı zamanda. Gardımızı indirdiğimizde kırılır, savunmada kaldığımızdaysa yalnızlaşırız. Tahayyül edilemez bir dilemmanın a’râfıdır burası.
Bazen verdiğimiz değerlerin anlaşılamasa da değeri, hayal kırıklıklarına dönüşse de her bir düşüncemiz, tökezleyip düşsek de; inatla ayağa kalkmalıyız her seferinde. Hiç umut gözükmese de devam etmeliyiz denemeye.
Çünkü değer verdikçe değer görür, değer gördükçe huzur buluruz ruhumuzun en derinlerinde.
En nihayetinde de verdiğimiz her değer, mutlak bir şekilde bir ışığa dönüşür. Ve gün gelir hem bizi hem de sevdiklerimizi aydınlatır.