Tıpkı mevsimler gibidir hayat da. Ve yenilenip değişerek şekillenir her doğan günün seherinde.
İlkbaharın tazelik veren kokusu, yazın yürekleri ısıtan sıcaklığı, sonbaharın sararan hüzünlü yaprakları ve kışın ruha dinginlik veren sade beyazlığı… Her biri, yalnızca doğanın değil hayatlarımızın da birer yansımasıdır adeta.
Her üç ayda bir yenilenen mevsimler değişim döngüsünün kaçınılmaz olduğunun delili değil midirler? Her bir mevsim, kendinden sonra gelecek olana huşu içinde hazırlamaz mı şartları? Vakti tamama erdiğinde devretmez mi vazifesini derin bir huzurla? Ve bu değişimler hiçbir yolculuğun sonsuza dek sürmeyeceğinin de delili değil midir hülasa?
“Kainat boşluk kabul etmez.” der Aristo. Ve değişmez bir kuraldır eskiyenin yerine yenisinin gelmesi. Dalından düşüp sararan her bir yaprak, yarınların ufkuna ekilen müjdeli birer tohumdur. Baharla baş verecek yeni filizlerin doğuşuna hazırlar toprak anayı.
Doğa, büyük bir sabırla ve derin bir aşkla yenilenmeyi ve dünden daha güzel bir düzen kurmayı başarır gelen her yeni günde. İnsan da ancak bu kaçınılmaz döngüye ayak uydurduğunda çözebilir hayatın derinliklerinde yatan bilmecelerin gizemlerini.
Zamanın ruhunu anlamak; eskiyle dostça vedalaşıp yüzümüzü yeni ufukların meltemlerine çevirmeyi gerektirir.
Her yeni başlangıç, içinde bir umut taşır; her son da bir başka maceranın kapısını aralar. Çünkü zaman, sürekli bir yenilenme ve dönüşüm arzusundadır.
Unutma, her mevsimin bir hikayesi, her zamanın bir ruhu vardır. Ve her son, yeni bir başlangıçtır anlayabilene.