Kategori: Yaşam |
Tarih: 16.12.2020, 17:33 Görüyorum ki çoğu kimse, kısmen şaka yollu da olsa yaşanan sorunların nedeni olarak 2020 yılını görüyor ve yeni yılla her şeyin daha iyi olacağına kendini inandırmış durumda. Oysa belki gözden kaçırdığımız, belki de işimize gelmediği için sözünü dahi etmek istemediğimiz bir şey var ki o da asıl meselenin insanlığımızı kaybetmemiz olması!
Yaşadığımız hayatı oluşturan en küçük parça olan bireylerden en büyük parça olan devletlere kadar herkeste ve her yerde uzun süredir insanı insan yapan değerlerin temeli olan adaletli ve vicdanlı olmaya verilen kıymetin azaldığı hatta neredeyse yok olduğu açıkça görülüyor.
Hasılı, insanoğlu kendine çeki düzen verip insan olmanın gereklerini yerine getirmeye başlamadığı müddetçe 2021 yılının da 2020 yılından pek de iyi olmayacağını rahatlıkla söyleyebilirim. Kolay olanı doğru olana tercih etmeyi genlerine kadar özümsemiş insanların çoğunlukta olduğu bir dünyada bu temennimin gerçekleşeceğine dair pek de umudum yok açıkçası. Umarım yanılırım…
Kategori: Yaşam |
Tarih: 27.10.2020, 16:48 İnsanoğlunun binyıllar boyunca varlığını sürdürebilmesini sağlayan yaşama içgüdüsü, hayatına veya rutinine tehdit oluşturabilecek her türlü eyleme tepki vermek üzerine kurgulanmıştır. Temel amaç; dışarıdan gelen her etkiye herhangi bir şekilde tepki vererek bu etkileri boşa çıkartmak ve var olanı korumaktır.
Zamanla yaşam şartlarını iyileştiren ve belirli standartları yakalayan insan, “yaşama içgüdüsü” dediğimiz bu olguyu “standartların altına düşmeden yaşama içgüdüsü” olarak güncellemiş görünüyor. Düzenini bozacak, rahatını olumsuz yönde etkileyecek her etkene karşı refleks göstermesi bunun en büyük kanıtı olsa gerek. Fakat bunu gerçekleştirirken bir paradoksa girmekten de kurtulamadığını görüyoruz. Yani belirli tehditlere karşı gösterdiği reflekslerin çok yönlü yaşantısının diğer alanlarına olumsuz yönde etki etmesinden bahsediyorum. Bu durumun belki de en güzel örneklerinden biri, duygusal yanımızı hedef alan saldırılara karşı geliştirdiğimiz reflekslerin standartlarımızı etkilemeye başladığını fark ettiğimizde önemini yitirmesi olabilir.
Günümüzde mevcut kapital yapı öyle girift, bu yapının aktörleri birbirlerine o derece muhtaç ki; ne kadar etkilerseniz o kadar, belki de daha fazla etkileniyorsunuz. Boykot edilen ürünlerin üretimi, hammadde tedariki, satış ve pazarlaması ve hatta tüketimi aşamalarında birçok kişi ve kurum boykotun başarısıyla ters orantılı bir şekilde etkilenecek, zarara uğrayacaktır. Yani markaların yabancı sahipleri 1 birim zarar ederse yerli paydaşlar 3, belki de 5 birim zarara uğrayacaklardır.
Boykot girişimlerinin başarılı olabilmesi ve bumerang gibi dönüp boykot edeni de vurmaması için açıktan veya el altından devletin organizesiyle ve kontrolünde yapılması, boykot edilecek ürünlerin alternatiflerinin avantajlı bir şekilde piyasada yer alması, boykotun direkt veya dolaylı olarak etkilediği paydaşlara zararlarının karşılanacağı muadil çalışma alanlarının sunulması gerekiyor. Kısacası boykot, sözde değil akıllıca, planlayarak ve doğru manevralarla yapıldığında sonuç veren ve bizim pek de başarılı olamadığımız bir eylemdir.
Büyük ihtimalle şu son günlerde iri iri cümlelerle dillendirdiğimiz Fransız ürünlerini boykot meselesi de yakın geçmişimizde başarısızlıkla sonuçlanan onlarca boykot girişiminin üçüncü-beşinci gününde neyi, neden boykot ettiğimizi bile unutup gittiğimiz gibi unutulup gidecek…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kurulduğu günden bu yana karşılaştığı en rezil, en aşağılık, en hain ve belki de en büyük tehdidi, önce Allah’ın inayeti, sonra da aziz milletin feraseti ve cesareti sayesinde kendisi için küçük, düşmanları için büyük kayıplarla atlattı, atlatıyor. On yıllar boyunca karşılaştığı en büyük sıkıntıların neredeyse tamamını, harici düşmanlarından değil de kendi içindeki hainlerden çeken bu aziz millete Allah bundan sonra bu tür badireler yaşatmasın.
Sürecin bu noktaya gelmesinde, ordu içindeki FETÖ’cüler ve diğer cuntacılar hakkında yıllardır alenen ifade edilen onca tespite rağmen hiçbir önlem almayan, temizlik yapmayan, en yakınındaki adamlarının bile kim olduğunu merak etmeyen ordu üst yönetiminin ve komuta kademesinin büyük etkisi vardır.
Bundan sonra benzer durumların yaşanmaması için bu bela tamamıyla def edilip sorumluları en ağır şekilde cezalandırıldıktan sonra acilen yapılması gerektiğini düşündüklerimi naçizane paylaşmak istiyorum:
- Ordudaki otomatiğe bağlanmış terfi sistemi yeniden düzenlenmeli, yükselme, rütbe alma, emekli olma gibi işlemler sicil numarasına göre değil niteliğe, liyakate ve başarıya göre yapılmalı.
- Şehir içlerinde neredeyse her ilin-ilçenin en güzel yerine yerleştirilen askeri birlikler ve kışlalar, her şehrin tamamen dışında olacak şekilde yeniden konuşlandırılmalı.
- Askeri yargı tamamen kaldırılarak çift başlı yargı sistemine son verilmeli ve asker de içinden çıktığı ve sorumlu olduğu millet gibi her konuda tek bir yargı sistemi tarafından yargılanabilir olmalı.
- Devletin kontrol ve idaresindeki her kurumda milletin aleyhine söylemlerde bulunan, eylemleri destekleyen ve/ya tasvip eden hiç kimse bırakılmayacak şekilde büyük bir temizlik yapılmalı.
Yaşadığımız süreç, anayasayı ve yasaları değiştirerek darbelerin önlenemeyeceğini bir kez daha kanıtlamış oldu. Umarım bu menfur ve alçakça kalkışma, başta yöneticilerimiz olmak üzere hepimiz için son bir ders olur ve bir daha benzer şeylerle karşılaşmamak için gerekli önlemler alınır.
Cuntacı hainler tarafından şehit edilenlere Allah’tan rahmet diliyorum.
Aziz milletimize geçmiş olsun…