Bıraktı

Bir zalim gönlüme girdi
Çöl bıraktı arkasından
Gururumu yere serdi
Yol bıraktı arkasından

Tek sevdiğim sensin derdi
Hazanı bana gönderdi
Çileyi tasayı derdi
Bol bıraktı arkasından

Sadık kalmadı andına
Takıldı gurur bendine
Deli gönlümü kendine
Kul bıraktı arkasından

Terk ettiği günden beri
Lakabım artık serseri
Ateş ettiği yerleri
Al bıraktı arkasından

Her teselli boş bahane
Yuvam sayılır meyhane
Yastığımda üç beş tane
Tel bıraktı arkasından

Ümit verdi bekle diye
Yalnızlık kaldı hediye
Hatıramdır sakla diye
Şal bıraktı arkasından

Neyini saklayım şalın
Sensiz her bir eşya yalın
Esiri oldum hayalin
Fal bıraktı arkasından

El bize ederken gıpta
Gitti derde dert katıp da
Gözlerimi ağlatıp da
Sel bıraktı arkasından

Haksızdı hançer savurdu
Kalleşçe sırtımdan vurdu
Gönlümü yaktı kavurdu
Kül bıraktı arkasından

Gerçek zannetti serabı
Bana dost etti şarabı
Sefil edip dil harabı
Lal bıraktı arkasından

Dinlemedi lamı cimi
Elleriyle çekti pimi
Aşk diye atan kalbimi
Dul bıraktı arkasından

Tercan Keskin

Mücadele

Hayatın, kainatın var oluşunun temel unsurudur insan. Kainatta var olan her şey insana endekslenmiştir. İnsan, merkezidir evrende var olanların. Bu da demek oluyor ki hayatı güzelleştirmek de, kendimize veya insanlara zehretmek de bizim elimizde. Belki fert olarak değil ama toplum olarak elimizde.

Hayat bir muammadır. İnsan da bu muammanın içinde birçok şeyin mücadelesini veren belki bir karınca, belki bir dev. Ama şu bir gerçek ki bu bilinmezler yumağının içinden çıkmak, sıyrılabilmek için devamlı bir şeylerin savaşıyla meşgul. Bu savaş oyununda galip gelmekle mücadelenin bitmediği gibi mağlûp olmakla da bitmiyor. Necip Fazıl bir beytinde şöyle diyor:

Hangi dağa tırmansam muradım ötesinde,
Murad bugün yerine her günün ertesinde.

İnsan ulaşmak istediği şeyi elde ettiğinde, aslında onun uğrunda bu kadar mücadele ettiği şey olmadığını anlıyor ve başka bir cihete yöneliyor, tekrar başka bir yola koyuluyor.

Bu zincirleme olay ölüme kadar bu şekilde devam ediyor. Hayalindekilerin tamamını gerçekleştiren bir insana rastlayamazsınız çevrenizde. Çünkü hiçbir insanın hayali ve hayal gücü sınırlı değildir. Yine Necip Fazıl bu ruh halini şöyle açıklıyor:

Ölecek miyim tam da söyleyecek çağımda,
Söylenmemiş cümlenin hasreti dudağımda?

İnsan ömrü bin yıl olsaydı yine hayallerini gerçekleştirmeye yetmezdi. Firavun bile o kadar yaşadığı halde, doyumsuz arzularının, hırsının peşinde koşarken can vermedi mi?

Savaş oyununun finalinde görülebilecek ikinci ihtimal de mağlubiyettir ki; bu da insanı bir yol ayrımına getirir. Yenilginin sonucunda insanın önüne çıkan iki seçenekten biri; büsbütün hayata küsüp, toplumdan insanlardan ve sosyal yaşamdan insanın kendini soyutlamasıdır. Diğeri ise; “Her yenilgi bir zaferin anahtarıdır” diyerek, yenile yenile yenmenin öğrenileceği felsefesine inanarak daha hırslı, daha azimli ve daha akılcı bir mücadeleye başlamaktır. Daha önceki tecrübelerden ve deneyimlerden yararlanarak bir sonraki sahnede aynı hataları yapmamak, en azından hataları asgariye indirerek yola devam etmektir.

Yenilmek, aldanmak ve kaybetmek hiçbir zaman ayıp değildir. Ayıp olan aynı hataları tekrarlamaktır. Şu söz bu durumu en güzel şekilde anlatıyor olsa gerek:

Bir kere aldatılırsam aldatana, iki kere aldatılırsam bana yazıklar olsun!

Dün niçin vardır? Tabi ki yarın, dün yaptığımız hataları tekrar yapmamamız için ibret alınsın diye vardır. Aradıklarını dünde bulamayan insan mutlaka umudunu yarına bağlayacaktır. Yalnız yarından da çok şey beklemek yanlıştır. Çünkü bugün dünün yarınıdır ve dünkü beklentilerimiz bugün gerçekleşmediyse; bugünkü beklentilerimiz de yarın gerçekleşmeyebilir. Böyle bir durumda ruhen bir çöküntü içinde olan insan daha büyük ve derin uçurumlara sürüklenebilir. Nitekim Nazım Hikmet, ‘Yol Türküsü’ şiirinde şöyle diyor:

Sabah buradaysak akşam ordayız,
Günlerin peşinde bir hovardayız,
Bazı mısra gibi dudaklardayız,
Bazı ‘Kimsin’ diye soran bulunmaz.

Hiç kimse kendisi hakkında güzel şeyler söyleyen insana veya insanlara kem gözle bakmaz. Bilakis o insana karşı bir sempati duymaya başlar. Her insan güzel sözlerden, övülmekten hoşlanır. Mısra gibi dilden dile dolaşmak her insanın hayalidir. Yalnız bu ve buna benzer hayalleri kurarken biraz gerçekçi olmak ve düştüğümüz zaman yanımızda kimsenin olmayacağı ihtimalini de göze almak gerekir ki; bu tür bir olay başımıza geldiği zaman çabuk yıkılmayalım…

Ahenk - Eylül 1999

Şiire tutunmak

Sevgiye, dostluğa, insanlığa aşırı derecede ihtiyaç duyduğumuz bir zamanı yaşıyoruz. Hayatın bu olmazsa olmaz olgularını yaşantımıza tatbik etmek için madde hırsını ihtirası, kini ve öfkeyi elimizin tersiyle bir kenara itip ortak bir paydada buluşmamız gerekiyor düşüncesindeyim.

Bu ortak payda öyle bir şey olmalı ki sevgi, dostluk ve insanlıkla bunlara bağlı tali duyguları çıkar gözetmeksizin içinde barındırmalı. İnsanları birbirlerinden uzaklaştırmak yerine yaklaştırıcı kaynaştırıcı bir rol üstlenmeli ve bu rolü de başarıyla sahnede sergileyebilmeli, insanları hayata olumlu yönde etkisi olan uğraşlara teşvik etmeli. Hatta hayattaki olumsuzlukları da asgariye indirmeli.

Bütün bu verileri bir araya toplayıp bir kaba koyduğumuzda bu kaba “şiir”den daha güzel ve mantıklı bir isim konulamaz.

Birçok insan tanırım ki yıkılmış veya yıkılmak üzere olan dünyalarını şiire tutunarak, şiire sığınarak tekrar toparlayabilmişlerdir.

Şiir, insanlar arasındaki bağları güçlendirebileceği gibi olmayan bağların oluşması için bir vesile de olabiliyor. Normal hayatta birbirlerini tanıma ihtimalleri çok düşük olan insanlar şiir vasıtasıyla çok yakın dost olabiliyorlar. Hatta tanışmadan önce üstat, hoca gözüyle baktığı, eserlerini gıpta ederek, örnek alarak okuduğu insanla ağabey-kardeş, baba-oğul derecesine varacak düzeyde bağlara sahip olabiliyor.

Şiirle ilgilenen insanlar arasında bu tür bir bağın oluşması er ya da geç kaçınılmazdır. Asıl görev ve sorumluluk bu noktadan sonra başlıyor. Oluşan ortamın idamesi ve hatta bağların daha sağlam bir şekilde yarınlara ulaştırılabilmesi için taraflara çok büyük görevler düşüyor. Usta ustalığını, çırak da çıraklığını bilip karşılıklı sevgi ve saygıda kusur etmemeli, art niyeti bir kenara bırakıp tamamen gönül birliğiyle hareket etmelidir.

Şiirin özündeki ulviliği yitirmeden duyguları yansıtabilmek için şairin ruhunun da o atmosferde olması, o havayı soluması gerekmektedir.

Buraya kadar şiir hakkında aklımın erdiğince dilimin döndüğünce bir çok şey yazdım. Dilerseniz bundan sonra da üstatların şiiri tarif edişleri ve şiir hakkındaki görüşleriyle sizleri baş başa bırakayım ki ilki Şeyh Galip’in şiiri tarifi olsun:
– Bir başka lisan tekellüm ettim.
– Şiir öyle ayrı bir dildir ki, başka hiçbir dile tercüme olunamaz. Hatta yazılmış göründüğü dile bile…
– Kurallar şiirden çıkar. Kaç çeşit gerçek şiir varsa o kadar da gerçek kural vardır.
– Şiirin kötüsü veya orta hallisi için kurallar, ustalıklar bir ölçü olabilir. Ama iyisi, yükseği, harikuladesi aklın kurallarını aşar.
– Şiirin ilkesi, insanın üstün bir güzelliği ödemesidir. Bu ilke, bir coşkunlukta, bir ruh taşkınlığında kendini gösterir. Bu coşkunluk aklın yoğurduğu hakikatin dışındadır.
– Şiir hem ustalık, hem ilhamdır. İlham olmadan ustalık, ustalık olmadan ilham olmaz.
– Şairin lisanı, nesir gibi anlaşılmak için değil fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın, ortalama bir lisandır.

Ahenk - Ağustos 1999