Uçsuz bucaksız maviliğin çocuklarıdır deniz kuşları. Rüzgarın hiç dinmeyen türküsünü fısıldar kanatları. Gözleri ise hem bugünün köpüren dalgalarını hem de geçmişin derinliklerinde yatan sırları yansıtır.
Onlar, zamanın görünmez ipliğinde sıra sıra dizilmiş inciler gibidir; her süzülüşleri eşsiz bir lahzanın şahitliği, her çığlıkları ise hiçbir şeyden bihaber misafirlerinin boşlukta yankılanan sessiz sâdâsıdır.
Kıyıya vuran her dalga, zamanın nefesi gibi geri çekilirken deniz kuşları bu amansız gidiş gelişe aldırmadan dans eder serin suların üzerinde. Onlar için zaman, insanoğlunun takvimlere sığdırmaya çalıştığı biçimsiz rakamlardan ve manasız kavramlardan ibaret değildir. Onlar için zaman, kanatlarının altında kat ettikleri mesafelerin ruhlarına bıraktığı izlerde; bir kıtadan diğerine taşıdıkları rüzgarların ahenkli ıslıklarında, her yolculuklarıyla adeta damgalarını vurdukları mevsimlerin döngülerinde gizlidir.
Yüreğini yarının umutlarına taşıyan bir martının keskin çığlığı şimdiki zamanın ta kendisidir, bir albatrosun serin suların üzerinde geride bıraktığı her fersah ise geçmişin ağırlığını geleceğin bilinmezliğine doğru taşır yorgun kanatlarıyla.
Hiçbir deniz kuşunun gözünde ne dünün kaçan fırsatlarının pişmanlığını, ne de yarının getireceklerinin endişesini görebilirsiniz. Sadece o an vardır, geçmiş ile gelecek arasında sahip olunan o incecik, o kısacık zaman dilimi. İşte binlerce yıldır hiçbir kaşifin bir türlü bulamadığı hayatın sırrı belki de burada; “şimdi”nin bir daha ele geçmeyecek eşsizliğinin hakkını vermekte, huzurla aldığımız nefesin kıymetini bilmekte ve bu anı bir daha göremeyeceğimizi bilerek yaşamakta gizlidir.
Ertelediğimiz her şey, ıskaladığımız her an, uçsuz bucaksız denizin derinliklerine çöken kumlar gibidir; kaybolup gider zamanın dehlizlerinde.
Tıpkı deniz kuşları gibi bizim de zamanın engin maviliğine kendi izimizi bırakmaya dair umutlarımız, kanatlarımızı her türlü fırtınayı da göze alarak en şedid rüzgarlara karşı çırpacak cesaretimiz olmalı.
Umuda gebedir tomurcuklar, müjdeler baharın taze kokularını. Soğuk gecelerin bağrında sabırla büyüyüp sızar usulca yaprakların aralığından.
Toprak; aylarca sakladığı sırları aşikar eder yeşilin binbir tonuyla, gökyüzüne gönderilen bir mektup misali.
Serin rüzgârların arasına karışmış çiçek tozları, hayatın yeniden doğuşunu fısıldar.
Kuşlar, sabahın erken saatlerinde uyanır bahara ötüşen en içten çağrılarıyla.
Ağaçlar, dallarına yükledikleri neşeyi birer birer bırakır serin rüzgârların avuçlarına. Her çiçek bir gülüş kadar içten, bir düş kadar renkli, yarınlar kadar ümitvardır.
İlkbahar, zamana şiirler yazar sanki; kaleminin her adımından yeni bir dize, her nefesinden taze bir cinas dökülür tabiatın yemyeşil sayfalarına.
İnsan, doğayla birlikte dirilir unuttuğu duygularının mahzenlerinden ertelediği hayallerinin şafaklarına. Çünkü bahar, sadece bir mevsim değil; yüreklerde filizlenen umudun da adıdır.
Değer vermek, insanın anlamlı bir o kadar da kırılgan yanıdır.
Bu; benliğimizin bir mücevher kadar narin, bir o kadar da eşsiz bir parçasını sunmaktır karşı tarafa.
Hiç hesap-kitap yapmadan, hiçbir beklentinin mevzisine konumlanmadan. En doğal, en saf halimizle.
Etten ve kemikten müteşekkil bir bedene üflenen ruhun varlığını kanıtlayan yegâne delildir değer vermek.
Birine veya bir şeye değer verdiğimizde fabrika ayarlarımızla gelen bencilliğimizin üzerine bir cömertlik örtüsü çekmiş de oluruz. Şeklen olduğumuz kadar ruhen de insanlaşırız böylece.
Saygıya giden yolları, sevgiyle örülen ağları, aşka uzanan elleri daha görünür, daha dokunulur, daha anlaşılır kılar. Kısaca; dönüştürür bizi, sınırlarımızın ötesine taşır.
Değer vermek, bizi savunmasız da kılar aynı zamanda. Gardımızı indirdiğimizde kırılır, savunmada kaldığımızdaysa yalnızlaşırız. Tahayyül edilemez bir dilemmanın a’râfıdır burası.
Bazen verdiğimiz değerlerin anlaşılamasa da değeri, hayal kırıklıklarına dönüşse de her bir düşüncemiz, tökezleyip düşsek de; inatla ayağa kalkmalıyız her seferinde. Hiç umut gözükmese de devam etmeliyiz denemeye.
Çünkü değer verdikçe değer görür, değer gördükçe huzur buluruz ruhumuzun en derinlerinde.
En nihayetinde de verdiğimiz her değer, mutlak bir şekilde bir ışığa dönüşür. Ve gün gelir hem bizi hem de sevdiklerimizi aydınlatır.